Saraydan Sürgüne - Vahdettin'in Saraylısı / Afife Rezzemaza ![]() Cumhuriyete geçiş sürecinde yaşananları sarayın içinden birinin nasıl gördüğünü öğrenmek bakımından Afife Rezzemaza’nın Saraydan Sürgüne adını taşıyan hatıraları son derece önemli. Neyi, ne kadar ve hangi çerçevede anlatacağını çok iyi bilen bir kalemden çıkan hatıralarda şahit olunan devrin hissiyatı; ıstırap, tarifi imkânsız keder, kahır ve matem olarak karşımıza çıkıyor. Anlatıcı, uzaktan yakından tanıdığı kişilere dair yazdıklarında deyim yerindeyse ‘nötr’ değildir. Zaten hatıraların bir özelliği de nesnel bir zemin üzerinde gezinmemesi, gelişmemesi değil midir? Avrupa âdetlerinin bütün imparatorlukta moda olması, Rumelililerin yerine Kafkasyalı kadınların sarayda etkin olması, San Remo günleri, maddi müşkülat, Mısır yılları, İstanbul’a dönüş ve daha pek çok husus var hatıratın sayfalarında. Hiç şüphesiz bu örnekleri artırmak mümkündür fakat hatıratın içeriğinin ne kadar zengin olduğunu göstermesi bakımından yeterli olduğu açıktır. Gurbet Cehennemi’nin tasviri Saltanatın 1 Kasım 1922’de kaldırıldığını biliyoruz. Afife Rezzemaza, Refet Paşa’nın mühim tarihi kararı tebliğ etmesinden sonra Yıldız Sarayı’nda yaşananlara dikkat çekmeyi ihmal etmiyor. Ankara’nın bu kararının Zat-ı Şahane’nin kalbine hançer gibi saplandığını belirterek şöyle devam eder: “Sultan Vahdettin, Ankara Hükûmeti’nin kararına hiddetle karşı gelerek, yalnız kendisi değil bütün hanedanın bu kararı kabul etmeyeceğini söyledi. Bu suretle Mustafa Kemal Paşa ve Ankara Meclisi, senelerdir mefluç olan saltanatı tarihe gömdü. Bir müddet sonra da saltanatın ardından illet-i âmâya düçâr olan hilafeti ve saraylıları bir güzel silip süpürdü.(…) Saltanatın ilgası ile sarayda ayılan bayılan görülecek şeydi. Feryad figan eden ihtiyar kalfalar ve harem ağaları perişan halde meçhul akıbetlerine doğru gidiyorlardı. Ben de bu tarihî Osmanlı saray teşkilatının bir mensubu idim. Harabeler arasından tecelli eden taze Türkiye, benim için maalesef münasip bir yer ayırmamıştı, bilâkis evvelki devire ait olan her şeyi kabul etmiyordu. Saltanat ve hanedan ile alakalı her şeyi ve herkesi bilâ-istisna hain diye sınıflandırmıştı.” Milli Mücadele sırasında Vahdettin’in Kuvâ-yı Millîye’ye yüz çevirmesinin nasıl bir halet-i ruhiye içinde vuku bulduğu hususunda muhtelif ve çatışmalı yorumlar var. Padişahı mütemadi bir baskı ile ellerinde tutan İngilizlerin bu süreçte etkili olduğuna değinen Rezzemaza’nın sarayın İngilizlerin tehdidi ile Millî Mücadele’ye karşı çıkmakla beraber İngilizlere itimat ettiğine dair söyledikleri de önemli bir ayrıntı. Şu satırlar İsmail Kara’nın “İngilizlerden kaçmak için İngilizlere sığınmak” olarak andığı hali doğrular mahiyette. Bazı taraflarıyla hâlâ tam bir açıklığa ve aydınlığa kavuşturulamamış bulunan mevzu hakkında şu satırlar bir miktar aydınlık getiriyor: “Zat-ı Şahane halkının menfaati için düşmana yakın görünüyordu. Fakat Sultan Vahdettin’in İngilizlere itimad ettiği de hakikattir. Nazikeda Başkadın’ın yeğeni ve büyük kalfası İsmet Hanım’dan işittiğime göre Zat-ı Şahane İngilizler ile gizli bir antlaşma yapmış ve bu kararname, İngilizlerin saltanatı her halükârda müdafaa ve muhafaza edeceklerini temin ediyormuş. Lâkin bu mühim vazifeye karşılık İngilizlerin ne bekledikleri meçhul. Zaten seneler sonra Sultan Vahdettin’in menfâda San Remo’da bir ara: “İngilizler hainlik etti, vaat ettiklerini yerine getirmediler” demesine o vakit kimse bir mana vermemişti.” Bu satırlar sayesinde karanlıkta kalan mevzuları biraz daha vuzuha kavuşturmak mümkün olacaktır. Diğer taraftan ifade etmek gerekir ki Sultan Vahdettin’in İngilizlerle olan münasebetinin mahiyeti ne olursa olsun, şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da bir siyasal tarafgirlik meselesi olmaya devam edeceğe benzemektedir. Abdülmecit Efendi’nin mağrur hâlleri Biz Yıldız Sarayı’nda korku ve endişe içinde günlerimizi geçirirken, Abdülmecit Efendi ailesi ve maiyeti muhteşem bir tantana ile Beşiktaş Sarayı’na taşındı. O tarihten itibaren Abdülmecit Efendi tuhaf hareket etmeye başladı. Farz-ı muhal, Cuma Namazı’nı kılmak için muhteşem tantanalı merasim ile kendisi at üstünde, başında muazzam bir fes, ardında muhafızları ve maiyeti gidiyordu. Yalnız Cuma Namazı için değil, muhtelif günler şehre de aynı şekilde at üstünde debdebeli bir merasim ile çıkıyordu. Hükümsüz bir halife değil, bilâkis kudretli bir padişah gibi hareket ediyordu. Elbette Abdülmecit Efendi’nin bu tür saçma vakalara sebebiyet vermesi Ankara Hükûmeti’ni pek huzursuz etti. Zaten Abdülmecit Efendi’nin bu türrehât tertibi fazla sürmedi ve hanedanın nefyedilmesi ile hitam buldu.” Abdülmecit Efendi’nin sürgün yıllarını tasvir eden satırlar da dikkat çekmektedir. Bu satırların benzerini başka bir yerde okumadığımı söylemek hatıratın değerini mukayese bakımından faydalı olacaktır. Afife Rezzemaza, Saraydan Sürgüne’de; hafıza siyasetlerinde ‘savaş alanı’ olarak da kurgulanan 1920’li yıllar başta olmak üzere pek çok olay konusunda yaygın kanaatleri besleyecek, sarsacak, en azından yeniden, ciddi bir şekilde gözden geçirilmesini zaruri kılacak bilgiler/izlenimler ortaya koyuyor. Hatırat bu yönüyle çok dikkate değer ve yeni yorumların malzemesini verebilecek nitelikte. Hatırata Vahdettin’in Saraylısı Anlatıyor altbaşlığının konması içeriğe uygun düşmemiş. Kitabın adının da Kenize Mourad’ın bir kitabıyla aynı olması, hatıratın öyküsünün son derece kısa, önsöz olarak yazılan metnin ise metni bütünüyle kuşatmaktan uzak oluşu, dipnotların kime ait olduğuna ilişkin bir açıklamanın yapılmamış oluşu bu çok güzel kitabın “nazar boncukları” olarak kabul edilebilir. Sarayda bir nedime |
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |